ÇEVRE YÖNETİMİ
Yönetim
kavramı en
geniş anlamı ile “…ortak amaçları
gerçekleştirmek için işbirliği eden kişi kümelerinin eylemleri ve bu eylem
süreçlerinin bütünüdür.” şeklinde tanımlanmaktadır.
Çevre Yönetimi kavramı, son
yıllarda çevre sorunları ile ilgili alan yazında çok kullanılan bir kavram
haline gelmiştir. Çevre yönetimi, uluslararası alanda çevre sorunlarının hızla
gündem oluşturması ile birlikte, birçok ülkede kamu yönetimi örgütlenmesi
içindeki yerini almıştır.
Çevre Yönetimi; Tüm
canlıların ekosistem içinde dengeli, sağlıklı ve sürekli yaşamaları, doğal
varlıkların korunması, geliştirilmesi ve değerlendirilmesi süreçlerinde bir
dizgenin (sistemin) oluşturulması olarak tanımlanabilir.
Çevre Yönetimi, ölçek olarak küresel, uluslararası düzeyde
olabileceği gibi ulusal düzeyde, kamusal düzenlemelerle oluşturulan yönetim
dizgesi içinde tarif edilebilir. Çevre yönetimi kamu yönetiminin ağırlıklı
gündemi olmakla birlikte, son yıllarda, özel sektörün de çevre koruma politika
ve uygulamalarında çevre yönetimi kavramından yararlandığı, bu yönde adımlar atmaya
başladığı görülmektedir.
Üretim süreçlerinde, çevre
yönetim süreçlerinin öne çıkması ile ürünün niteliğini ve sürecini çevre ile
uyumlu hale getirmeyi öngören yaklaşım ve uygulamalar, çevre etki
değerlendirmesi ve çevre denetimi gibi araçlar kamu ile birlikte özel sektörde
de yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır.
Çevre sorunlarının yıllar içinde
çoğalması ve çeşitlenmesi sonucunda, çevre ile doğrudan ilgili yeni kuruluşlar
oluşturulmaya başlanmış, var olan ve sınırlı da olsa çevre sorunları ile
ilgilenen diğer kurumlar nedeniyle çevre yönetimi alanında sıkça görülen görev
belirsizlikleri ve yetki karmaşaları ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bugün birçok ülkede çevre
alanında değişik işlevler üstlenmiş, çevreyi ilgilendiren bazı konularda
doğrudan sorumlu birden çok kuruluş vardır. Çevre yönetimi açısından, bu durum
son derece doğaldır. Bu açıdan bakıldığında, çevre ile ilgili konularda
sektörler ve disiplinler arasında sıkı bir işbirliği ve eşgüdüm ihtiyacı
kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Dünya ülkelerinde, çevre koruma
örgütlenmesinde genelde iki seçenek ortaya çıkmaktadır. Kimi ülkelerde, sadece
çevre sorunlarından sorumlu bir Çevre Bakanlığı bulunmaktadır. Bu ülkelerde,
çevre bakanlığı, ya bağımsız bir bakanlık veya sağlık, imar, konut, yerel
yönetimler ve enerji bakanlıklarının biri ile birleştirilmiş yapılar olarak
örgütlenmektedir. Örneğin, İngiltere’de
Çevre Bakanlığı, Avusturya’da Sağlık ve Çevre Koruma Bakanlığı, Küba’da Bilim,
Teknoloji ve Çevre Bakanlığı, İtalya’da Kültür ve Çevre Bakanlığı gibi kurumsal
örgütlenmelere rastlanmaktadır. Öte yandan, bazı ülkelerde, çevre konuları
bakanlık düzeyinde değil, merkezi ya da bölgesel kurumlar aracılığı ile
yönetilmektedir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde Çevre Koruma Kurumu
(EPA), Japonya’da Çevre Kurumu gibi kuruluşlar bu nitelikte çevre yönetim
birimleridir.
ÇEVRE YÖNETİMİNİN AMACI VE GENEL İLKELERİ
Dünyanın ekosistemi milyonlarca
yıllık bir işleyişe ve düzene sahiptir. Bu düzen ve ekosistemin dengesi son
100–150 yıl içinde belirli ölçeklerde bozulmaya ve tahrip olmaya başlamıştır.
Son 50 yıl içinde gerçekleşen bozulmanın ise geçmiş yıllarla kıyaslandığında
çok hızlı ve büyük oranlarda olduğu bilimsel çalışmalarla ortaya konulmuş bir
gerçektir. Örneğin, dünya yüzeyinde milyonlarca yıldır var olan bazı canlı
türlerinin; flora ve faunanın (bitki ve hayvan türlerinin) yok olmaya
başlaması, küresel iklim değişikliği ile birlikte, buzulların erimesi ve canlı
yaşam döngüsünün bozulması, ekosistemi tehdit eder bir noktaya ulaşmıştır.
Doğanın yani ekosistemin sahip
olduğu özyönetim düzeni nedeniyle, çevre
yönetiminin amacının ve konusunun, çevre ve doğal varlıkların yönetilmesi
olmadığı kabul edilmelidir.
Bu bağlamda; çevre yönetimi,
çevre, doğal ortamlar ve insan arasındaki ilişkilere ilişkin süreçleri
yönetmeyi amaçlar. Çevre Yönetimi’nin, çevrebilim ilkeleri çerçevesinde, bir
süreç yönetimi olduğu söylenebilir.
Çevre
yönetiminin amacı, doğal varlıkların ve doğal kaynakların korunması ve
geliştirilmesi ile birlikte, bugünkü ve gelecek kuşaklar için yaşanabilir bir
dünya ve ekosistem yaratılması temel yaklaşımına dayanır.
|
Bu noktada, çevre yönetimi, üretim ve tüketim süreçlerinin
çevre dostu bir anlayışla yönetilmesini, kaynak kullanımında verimliliği ve
etkinliği, çevre ile uyumlu üretim sürecinin öznesi olan ekolojik yaşam
döngüsünü temel ilkeler olarak benimser.
Çevre
yönetiminin temel amaçlarından biri de bilimsel ve demokratik planlamadır.
Çevre
Yönetimi’nin, çevre politikalarına ve çevresel planlamaya temel oluşturan
ilkeleri şu şekilde özetlenebilir:
|
-
Doğal
varlıkların korunması ve geliştirilmesi,
|
-
Kaynak
kullanımının azaltılması, geri dönüşüm ve geri kazanım,
|
-
Kirlilik
önleme,
|
-
Planlama
ve karar alma süreçlerinde, çevresel etkilerin öncelikle göz önüne alınması,
|
-
Tüm
üretim süreçlerinde, ekolojik yaşam döngüsünü dikkate alacak düzenlemelerin
yapılması,
|
-
Sağlık
Etki Değerlendirmesi’nin (SED), doğa ve insan ilişkilerinde temel alınması,
üretim süreçlerinin ve tüketim ortamlarının SED ilkeleri ile şekillenmesi,
|
-
Halk
için çevre eğitimi,
|
-
Çevre
koruma ve çevre sorunlarını giderme süreçlerinde halk katılımı.
|
Çevre
yönetimi ve planlamasında ise,
·
çevresel etki değerlendirmesi (çed),
·
stratejik çevre etki değerlendirmesi (sçed),
·
sağlık etki değerlendirmesi (sed),
·
kalite yönetim sistemleri ve
·
çevre yönetim sistemleri
gibi
araçlarla sanayileşme, kentleşme, enerji, madencilik gibi süreçlerin
yönetilmesi hedeflenmektedir.
Sonuç olarak, çevre yönetimi
alanında çok bileşenli ve devingen bir süreçten söz edilebilir. Bu durumda,
çevre yönetiminin etkin ve sürekli olabilmesi için bütüncül yaklaşım öne
çıkmaktadır.
TÜRKİYE’DE
ÇEVRE YÖNETİMİ’NİN GELİŞİMİ VE ÇEVRE ÖRGÜTLENMESİNİN TARİHSEL EVRİMİ
Ülkemizde; yakın zamanlara kadar çevre sorunlarının
bütüncül bir yaklaşımla ele alınması temelinde oluşturulmuş bir örgüt yoktu.
Bugün çevre ile ilgili var olan kurumların ve mevcut “çevre yönetimi”nin
etkinliği ise değişik kesimlerce tartışma konusu yapılmaktadır.
Türkiye’de, merkezi ve yerel yönetimler, kendileri
için belirlenmiş görev ve sorumluluklar kapsamında çevrenin korunması ve
geliştirilmesine ilişkin yürütme, planlama, denetleme gibi işlevlerini,
birbirlerinden büyük ölçüde bağımsız bir biçimde sürdürmektedirler.
Türkiye’de, Devlet Planlama Teşkilatı’nca (DPT)
hazırlanan “Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı“ ile birlikte, çevre sorunlarına
yönelik politika belirleme yönünde ilk adımlar atılırken, çevre örgütlenmesi ve
çevre tüzesinin oluşturulması yönünde de tartışmalar başlamıştır. Bu noktada,
çevre yönetimi kavramı gündeme gelmiş, kamu ve özel sektör arasında etkileşimi
kuracak, doğal varlıkların korunmasını temel alacak, sorunlara merkez ve yerel
düzeyde çözümler getirebilecek, eşgüdüm ve denetimi sağlayacak bir sistemin arayışları
başlamıştır. Ancak, geride kalan yıllar içerisinde kurumsal anlamda güçlü ve
etkin bir çevre kurumunun/ örgütünün oluştuğundan söz etmek olası değildir.
Bu
aşamada çevre örgütlenmesinde bir dizi geçiş ve sorun yaşanmış, kurumsal
karmaşa giderilememiş, sonuçta da yasa, yönetmelik ve uygulamalardan
kaynaklanan yetki ve görev karmaşasının öne çıktığı bir süreç yaşanmıştır.
1978 yılında, ilk kez çevre politikalarının
oluşturulması amacı ile Başbakanlık
Çevre Müsteşarlığı kurulmuştur. 1984 yılında, kamu yönetiminde yapılan
düzenlemeler sırasında Çevre Müsteşarlığı, Başbakanlığa bağlı Çevre Genel Müdürlüğü’ne
dönüştürülmüştür. 1989 yılında ise yine Çevre Müsteşarlığı’na geçiş yaşanmış,
çevre örgütü bir üst düzeye taşınmıştır.
1991’de; Çevre
Bakanlığı kurulmuş, Yüksek Çevre Kurulu, Özel Çevre Koruma Kurumu, Çevre İl
Müdürlüğü, Mahalli Çevre Kurulu gibi kurumlar Çevre Bakanlığı’na bağlı
kuruluşlar /birimler olarak tanımlanmıştır.
2003
yılında, “Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma” çalışmaları kapsamında, “Birleşik
Bakanlık” modeline geçilmiş ve “Çevre ve
Orman Bakanlığı“ kurulmuştur.
Son olarak; 2011 yılında, yapılan
yeni bir düzenleme ile çevre yönetimi sürecinde tartışmaya açık bir adım
atılmıştır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı adı ile yeni bir bakanlık kurulmuş,
eski İmar ve İskân Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı ve Toplu Konut İdaresi
(TOKİ) gibi kurumlar yanında, eski Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlı bazı
kuruluşlar ve birimler bu Bakanlığa bağlanmıştır. Orman ve Su İşleri Bakanlığı
olarak yeniden örgütlendirilen eski Çevre ve Orman Bakanlığ’ına da çevre
yönetiminde bazı sorumluluklar yüklenmiştir.
Bu örgütsel yenilenme doğal olarak çevre
yasasını ve ilgili yönetmelikleri de etkilemiştir. Kamu yönetiminde yapılan bu
yeni düzenleme ile birleşik bakanlık modeli sürmekte, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı çevre tüzesinden sorumlu kurumlar
olmaktadır. 636 sayılı Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 8 Haziran 2011 tarihinde
yürürlüğe girmesiyle birlikte ülkemizdeki "çevre yönetim" düzeni
hemen hemen tümüyle değiştirilmiştir.
Türkiye’de Çevre Örgütlenmesinin Gelişim ve Değişimi…
- 1978 “Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı”
- 1984 “Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü”
- 1989 “Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı”
- 1991 “ Çevre Bakanlığı”
- 2003 “Çevre ve Orman Bakanlığı”
- 2011 “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı” ve “Su ve Orman Bakanlığı”
1. Türkiye’deki Çevre
Kuruluşlar
Ülkemizdeki çevreyi koruma ve geliştirme konusunda en yetkili kurum Çevre
ve Orman Bakanlığı’dır. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ile Kültür ve
Turizm Bakanlığı da ülkemizde çevrenin geliştirilmesi, korunması konusunda faaliyet
gösteren diğer bakanlıklardır. Ülkemizde gönüllü kuruluş anlayışı içinde dernek
ve vakıf olarak kurulmuş birçok çevre kuruluşu mevcuttur.
1.1. Türkiye Erozyonla Mücadele,
Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA)
1992 yılında kurulan TEMA Vakfı, toprakları tehdit eden erozyon ve çölleşme
tehlikesine dikkat çekmeyi ve bunun devlet politikası haline gelmeye katkı
sağlamayı amaçlamaktadır. TEMA Vakfı, toprakla birlikte su, orman,
biyoçeşitlilik gibi tüm doğal varlıkların korunması ve insan kaynaklı iklim
değişikliğine dair toplumsal bilinç oluşturulmasına katkı sağlayıcı çalışmalar
yapmaktadır.
1.2. Çevre Koruma ve Ambalaj
Atıkları Değerlendirme Vakfı (ÇEVKO)
ÇEVKO, cam, metal, plastik, ve kağıt/karton türü evsel nitelikli ambalaj
atıklarının değerlendirilmesi için sağlıklı, çevre kirliliğini en aza indiren
bir geri kazanım sistemi oluşturmayı hedeflemektedir. Çevre ve Orman Bakanlığı
tarafından her çeşit ambalajlı atığın geri kazanımı konusunda yetkilendirilmiş
kuruluştur.
1.3. Çevre Koruma ve Araştırma
Vakfı (ÇEV-KOR)
Doğal, tarihi ve kültürel varlıkların korunması, geliştirilmesi ve
yaşatılması, toplumun her kesiminde çevre bilincinin arttırılması ve bu konuda
eğitim çalışmalarının yapılmasını amaçlamaktadır.
1.4. Türkiye Çevre Koruma Vakfı
(TÜÇEV)
İnsan sağlığının ve çevrenin korunması, iyileştirilmesi, çevre kirliliğinin
önlenmesi, ülkenin doğal bitki ve hayvan varlığı ile tarihi zenginliklerin
korunması için maddi ve manevi katkıda bulunmak ve yeni kaynaklar temin etmek
amacıyla kurulmuştur.
1.5. Türkiye Çevre Eğitim Vakfı (TÜRÇEV)
1993 yılında Turizm Bakanlığı önderliğinde “Mavi Bayrak Programı”nın
ülkemizde başlatılabilmesi amacıyla kurulmuştur. Mavi Bayrak; gerekli
standartları taşıyan nitelikli plaj ve marinalara verilen ödüldür. TÜRÇEV,
Çevrenin Genç Sözcüleri, Eko Okullar, Okullarda Orman gibi programlarıyla
okullarda çevre bilincini geliştirme faaliyetlerini sürdürmektedir.
1.6. Çevre ve Kültürel Değerlerini Koruma ve Tanıtma
Vakfı(ÇEKÜL)
Doğal kaynakları, kültürel mirası ve insanı bir bütün olarak ele alan
ÇEKÜL, doğal ve kültürel çevreyi korumak için “kent-havza-bölge-ülke” ölçeğinde
projeler geliştirmektedir.
1.7. Doğa ve Çevre Vakfı (DOÇEV)
1996 yılında Denizli’de işadamı İsmet ABALIOĞLU önderliğinde kurulan vakıf;
ağaçlandırma, erozyonla mücadele, ağaçlık alanlarda yaban hayatını destekleme,
çevreye zararlı elektronik atık, pil toplama ve geri dönüşüm gibi birçok alanda
çevreyi koruma hizmeti sunmaktadır.
1.8. Türkiye Deniz Araştırmaları Vakfı
(TUDAV)
Deniz bilimleri konusunda araştırmalar yapmak, deniz yaşamını korumak,
deniz kültürü ve deniz sevgisini gelecek kuşaklara taşımak ve korumak amacıyla
1997 yılında kurulmuştur. Avrupa denizlerindeki çöpleri temizleme, Akdeniz
ısınmasının nedenlerini araştırma, palamut balıklarının uygun yaşama yerleri
gibi aktif projeleri bulunmaktadır.
1.9. Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD)
Derneğin amacı, Türkiye’nin zengin bitki ve hayvan türleri ile bunların
yaşam alanlarının değerinin önemsenmesi ve koruma altına alınmasıdır. Bu amaçla
koruma projeleri yürüten dernek, kamu ve özel sektördeki şirketlerle işbirliği
yapmaktadır.
1.10. Türkiye Çevre
Koruma ve Yeşillendirme Kurumu (TÜRÇEK)
1972 yılında ülkemizin ilk gönüllü çevre kuruluşlarından birisi olarak
İstanbul’da kurulmuştur. Her türlü çevre kirliliğinin önlenmesi, doğal
varlıkların ve yaşama ortamlarının korunması için çalışmalar yapmaktadır.
1.11. Doğa ile Barış
Derneği
Toplumun birleşik gücünü, insan ve doğa sevgisinde odaklaştırarak
çevreciliği yaşama biçimi kabul eden, bilinçli üreten ve tüketen toplum
oluşturma amacını taşımaktadır.
1.12. Deniz Temiz Derneği (TURMEPA)
Denizlerimizin ve kıyılarımızın kirlenmesini önlemek, kirlilikle mücadeleyi
özendirme, geliştirmek ve halk katılımını sağlamayı amaçlayan TURMEPA,
özellikle okullarda öğrencilere ve öğretmenlere bu konuda eğitim ve saha
çalışmaları imkanı sunmaktadır.
1.13. Kuş Araştırmaları
Derneği
1998 yılında kuşları araştırmak, korumak ve bu konuda halk bilinci
geliştirmek amacıyla kuş gözlemcileri ve araştırmacıları tarafından
kurulmuştur. Dernek EURİNG(Avrupa Kuş Halkalama Birliği) üyesidir.
Çevre Yönetimi
İle İlgili Kanunlar:
Çevre Kanunu
Tüketicinin
Korunması Hakkında Kanun
Uluslararası
Çevre Kuruluşları, Programları ve Belgeleri
2.1. Uluslararası
Doğa Koruma Birliği (IUCN)
IUCN, 1948 yılında küresel çapta kurulmuş en eski ve en büyük çevre
örgütüdür. 200’ü hükümet 900’ü sivil olmak üzere 1200’den fazla üyesi vardır.
Biyoçeşitliliğin korunması IUCN’nin en önemli misyon merkezidir. IUCN, ayrıca
iklim değişikliği, sürdürülebilir kalkınma ve gıda güvenliği gibi önemli
sorunları ele almakta ve çözümler sunmaktadır. IUCN Red List(Kırmızı
Liste) bitki ve hayvan türlerinin dünyadaki en kapsamlı küresel koruma
durumu envanteridir. Kırmızı Liste, kesin ölçüt kullanılarak, binlerce tür ve
alt türlerin nesillerinin tükenme riskini değerlendirmektedir.
2.2. Doğal Hayatı Koruma
Vakfı (WWF)
1961’de Londra’da kurulan örgütün ülkemiz de dahil olmak üzere 50’den fazla
ülkede şubesi vardır. WWF’nin temel amacı, dünyanın doğal ortamının bozulmasını
durdurmak ve insanın doğayla uyumlu bir şekilde yaşadığı bir gelecek
oluşturmaktır. Dünya çapında 100’ü aşkın ülkede, iklim değişikliği, ormanlar,
tatlı sular, denizler ve türler ile ilgili projeler yürütmektedir.
2.3. Doğal Hayatı Koruma
Derneği (WCS)
20. yüzyılın başlarında dünyada ilk defa yapay döllenme programı
uygulayarak Kuzey Amerika bizonunun soyunun tükenmesini engellemiştir. WCS,
hayvanat bahçelerinin doğal hayatın korunması için aktif çalışması gerektiği
düşüncesinin öncüsüdür.
2.4. Greenpeace
1971’de Amerika’nın Alaska’da yapacağı nükleer denemelere karşı
kurulmuştur. Etkili protesto yöntemleriyle çevre sorunlarını gündemin üst
sıralarına taşıması, Greenpeace’nin en büyük gücüdür.
2.5. Uluslararası Kuşları
Koruma Konseyi (Birdlife International)
Dünyadaki kuşları koruma örgütlerinin bir araya gelmesiyle oluşmuş bir
yardımlaşma ağıdır. Merkezi Cambridge’de bulunan konsey, 100’den fazla ülkede
kuş türünün korunması ve kuş çeşitliliği için önemli alanların belirlenmesine
ilişkin çalışma yapmaktadır.
2.6. Kraliyet Botanik Bahçeleri (KEW)
Londra’da bulunan KEW, bitki genlerinin kopyalanması, soyu tehlikede olan
bitkilerin yetiştirilmesi, ekonomik açıdan önemli bitkiler hakkında bilgiler
toplanması, sürdürülebilir kalkınma gibi alanlarda çok önemli çalışmalar
yapmaktadır. 120 dönümlük arazi üzerine kurulu KEW’de 38 binin üzerinde bitki
çeşidi bulunmaktadır.
2.7. Durrel Doğal Hayatı Koruma Birliği (DWCT)
Hayvanat bahçelerinin tehlikedeki türlerin üremesi ve doğaya geri
dönüşlerine hizmet eden yerler olarak çalışmaları düşüncesine öncülük etmiştir.
2.8. Kyoto Protokolü
Küresel ısınma ve iklim değişikliği
konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik 11 Aralık 1997’de Birleşmiş Milletler
İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içinde imzalanmıştır. Bu protokolü
imzalayan ülkeler, küresel ısınmaya sebep olan - karbon dioksit, metan, nitröz
oksit, kükürt heksaflorür, HFC‘ler ve PFC‘ler-
gazların salınımını azaltmayı kabul etmişleridir. Protokol, antlaşmayı
imzalayan ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki düzeye
düşürmelerini öngörmektedir. Protokol 2005 yılında Rusya’nın katılımıyla
yürürlüğe girmiştir. Bunun sebebi; protokolün yürürlüğe girebilmesi için,
onaylayan ülkelerin 1990’daki emisyonlarının yeryüzündeki toplam emisyonun
%55’ini bulması şartıdır. Kyoto protokolünü Türkiye’nin de aralarında bulunduğu
160 ülke imzalamıştır. Sözleşmeye göre; endüstriden ulaşıma ısıtmadan
kaynaklanan sera gazlarını azaltmaya yönelik mevzuatlar yeniden düzenlenecek,
az enerji harcayarak daha uzun yollar alan teknolojiler geliştirilecek, çöp
depolama ve çevrecilik temel ilke olacak, yenilenebilir enerji kaynaklarına
yönelinecek, fosil yakıtların yerine bio yakıtların tercihi sağlanacak, yüksek
enerji tüketen ve çevreyi kirleten ağır sanayi kuruluşlarında düzenlemeler
yapılacak, protokole aykırı davranan ülkelere vergi artırımı ve para cezası
gibi yaptırımlar uygulanacaktır. Başta ABD olmak üzere, üretimin azalmasından
kaynaklanacak milyar dolarlık maliyetten dolayı bazı ülkeler protokolü
imzalamamıştır.
2.9. Stockholm Çevre Bildirgesi:
1972’de İsveç-Sotckholm’de İnsan Çevresi Konferansının başladığı gün
olan 5 Haziran, Dünya Çevre Günü olarak birçok ülkede
kutlanmaktadır. Stockholm Çevre Bildirgesi, aşağıdaki hususlara vurgu
yapmaktadır:
- İnsanın yaşama
hakkı başta olmak üzere temel haklarından yararlanması için, insanların
refahını ve kalkınmalarını arttırmak için çevrenin korunması ve geliştirilmesi
bütün insanların özlemi, bütün hükümetlerin görevidir.
- Gelişmekte olan
ülkeler açlık, barınma, eğitim ve sağlık sorunlarını çözmek için kalkınma
yönünde çaba gösterirken çevrelerini korumalı ve iyileştirmelidir.
- Birtakım olumsuz
faktörlerin etkisiyle tehlikeye düşmüş olan yaban hayatı korunmalıdır.
- Ekosistemde
onarılmaz bozukluklara yol açan zararlı maddelerin çevreye yayılması
engellenmelidir.
- İnsan ve çevresi
nükleer silahların ve diğer toplu imha araçlarının etkisinden korunmalıdır.
2.10. Çevre ve Kalkınma
Konusunda Rio Bildirgesi
1992’de Rio de Janerio’da toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma
Konferansı, Stockholm’de kabul edilen bildirgeyi onaylayarak ve onu
geliştirmeyi amaçlayarak, devletlere, toplumların anahtar sektörleri ve
insanlar arasında işbirliği olanakları yaratarak, yeni ve eşitlikçi bir küresel
ortaklık kurmayı hedeflemektedir. İnsanların sağlıklı ve verimli bir yaşam
hakkına sahip olduğunu savunur ve ülkelerin egemenlik hakları çerçevesinde
kendi doğal kaynaklarını kullanmalarını ve çevre politikalarını oluşturmalarını
öngörür. Ancak, devletlerin kendi egemenlikleri dışındaki bölgelerin çevresine
zarar vermeme zorunluluğunu taşıdığını vurgulamaktadır.
Konferanstan çıkan sözleşmelerden biri olan Biyolojik Çeşitlilik
Sözleşmesi’nin amacı; biyolojik çeşitliliğin korunması, bu
çeşitliliğin unsurlarının sürdürülebilir kullanımı, genetik kaynakların
kullanımından doğan yararların adil ve hakkaniyete uygun paylaşımıdır.
2.11. CITES Sözleşmesi
Dünyanın küresel yabani bitki ve hayvan ticaretini kontrol eden veya
engelleyen en büyük uluslar arası sözleşmedir. Tehlikede olan veya ticareti
yasaklanan bitki ve hayvan türlerinin listesi sözleşmenin eklerinde yer
almaktadır.
2.12. Ramsar Sözleşmesi
1971’de İran’ın Ramsar kentinde kabul edilen bu sözleşme, özellikle su
kuşlarının yaşama ve üreme alanları için büyük öneme sahip olan sulak alanların
korunmasını öngörmektedir.
2.13. Basel Antlaşması
Sanayi atıklarının çevre ve insan sağlığına yol açabilecek zararlarına
karşı yönetimi, bertaraf edilmesi ve taşınmasına ilişkin önlemler alınarak
uluslar arası düzeyde devam eden çalışmaları öngörmektedir.
2.14. Bern Sözleşmesi
Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin imzaladığı bu sözleşme, yabani flora ve
faunayı korumayı, bunların yaşam ortamlarını muhafaza etmek, özellikle birden
fazla devletin iş birliğini gerektiren koruma sağlamayı amaçlamaktadır.
2.15. Marpol Sözleşmesi
Bu sözleşeme petrol ve zararlı maddelerle deniz çevresinin kasıtlı olarak
kirlenmesinin tamamen ortadan kaldırılmasını ve bu maddelerin bir kaza
neticesinde denize boşaltımını en aza indirgemeyi hedefleyerek dünya
denizlerini korumayı öngörmektedir.
2.16. Montreal Protokolü
Bu protokol, ozon tabakasında incelmeye sebep olan cfc(klorofolorokarbon)
gazlarının üretiminin ve kullanımının belirli bir zaman içinde kısıtlanması
için kesin kurallar getirilmesini öngörmektedir.
HAZRLIYANLAR: VEYSİ DENİZER
EBUBEKİR GÜRÇAY
KAYNAKLAR
(ANADOLÜ ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ /ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ )
www.niğde.edu.tr/ Çevre mühendisliği
Ebubekir 50 Veysi 70
YanıtlaSil